Aşağıdaki söyleşi de doğrulttuğum bazı sorular, okuyanlara boş gelebilir ama o vakitler batı kaynaklı saçma sapan kurallar, fikirsizlikler, gerçekdışı ayrıntılar ortalıkta dolaşıyordu. Her ne kadar kırlık kesimde bunların cevabları açık da olsa, şehirdeki vatandaş, medya propogandasıyla, kanuni çeteler ve bilimci memur desteği ile, aslından sapıttırılmış bilgi (des-enformasyon) ile besleniyordu. Herhangi bir konuya hayatını adayarak uzmanlaşan insanların fikrini alarak o konuyu anlamaktansa, konuyla pratikte hiç ilgisi olmayan, hem teorik, hem de eksik bilgilerle, uzman edasıyla kendilerini pazarlayan, bilgisi olmasa da, keskin fikirlere sahib kravatlılarla, cadı avcılığı başarı ile sonuçlandırıldı. Cadı avcılarının vardıkları sonuçlar, hemen her zaman, olgu yerine, o vakit de ideolojiye dayandı. Akabinde, insan güreşi değil, ama köpek güreşi batıdan gelen direktiflerle ve “uyumlandırmalarla” yasaklandı. Cadı avcıları naralar attılar “Yaşasın koloni olmayan (tabii ki, mesela ve hatta güya) tam bağımsız TR”. Doğru söze susuldu!
Koyun köpeğinin birden çok cebhesi var. Cebhelerden sadece birisi boğuş. Boğuş, tüme ulaşmak için gerekli malzemelerden, ama tek başına, koyun itini dört dörtlük inşaa etmeye yeterli değil. “Bu özelliği de olmayıversin” dediniz mi, bütünden yontmaya başlamışsınızdır. Bu durumda, Ne (Yeni Toplam) = (bütün – kaç parça/ne kadar) olur. Başka bir deyişle Neotoplam eksik toplamdır. Makinanın tüm parçaları gereklidir etkili çalışması için. “Bazılarını çıkartalım” olmaz. Dört mevsimin dördü de gerekli; “biri olmasa da olur” olmaz. Bir siyasi önderi pek seversiniz, onu yere göğe sığdırmazsınız ama onun cıgara içmesi konusu ortaya gelince, onun cıgaralı resimlerini yok sayıp, sansürlersiniz. O kişin yaptığı her şey, onu oluşturan parçalardandır. İdeallere, günün ucuz politikalarına, populist belkemiksizliğe göre bir yapıyı, bir şahsiyeti, ya da bir etkinliği değiştirmek, tahrifatçılık değilse, terziliğe soyunmaktır. Sevdiğiniz kişiyi olduğu gibi sevemiyorsanız, zaten sevmiyorsunuz demektir. Üç tuğla oradan , beş buradan çıkartarak duvar bile örülmez. Her bir parça yerine oturtulduğunda ancak, yapının her yönü eksiksiz örülmüş olur. Boğuşlarda uyaklı, dörtlüklerle konuşması ve adil olması ile bilinen Beşli, Kartay’ın Bozkır Bilgesi tabir ettiği, Anadolu kırsalının eski zamanlardan günümüze sarkmış son, değerli bilgelerinden biridir. Bozkır bilgeliği hayali bir bir sıfat değil. Bozkır bilgesi, gelenek ve diline mükemmelen hakim olduğu gibi, çevresinde olanları, analitik açıdan gözleyip, sonuçlar çıkarabilen kişidir. Bozkır bilgeliğinin varolması, kişinin devlet eğitiminin, şu ki merkezi indoktrinayson sürecinin dışında kalabilmesi ile mümkündür. Bozkır bilgesi, eğme, bükme, tamir etme, tekleştirme şubeleri okullardaki “kopyala yapıştır” eğ-itiminin dışında kalabilip, insanca değerleri, AB’den ya da kökü nerde oluğu belirsiz milletlerarası ve milletlerüstü örgütlerden ve onların hayali “evrensel” formulasyonlarından değil, içinde doğduğu toplumdan, organik olarak alarak, beslenen kişilerden çıkar. Söyleşi, Çal ve Baklan’ın dinamik, sevecen ağzı, güzel ve ezgili Türkçesi ile yapıldı. Maalesef buraya hantal istanbulca/konstantince ile aktarıyorum
Yanılmıyorsam, Beşli, 1936 da Baklan Denizli de doğmuş. Elleri, aynı karısının elleri gibi toprak işinden ve hayvancılıktan aşınık. Çiftin yüzünde kaybolmayan gülümsemeler hakim.
“Beşli, bu konudaki bilgi, tecrübe ve fikirlerini paylaştığın için müteşekkürüm. 2002 de verdiğin enik için de ayrıca teşekkür ediyorum. Beşli gözleriyle gülümsüyor ve “Önemli değil” diyor.
IŞIK: Ne kadar zamandır bu itlerle uğraşıyorsun? BEŞLİ: Dokuz yaşımdan beri.
IŞIK: Ne zamandır boğuşların parçasısın? BEŞLİ: 1955 de askerden geldikten sonra Kütahya, Denizli, Manisa, Sarıgöl, Burdur, ve Antalya da boğuşlara gitmeye başladım.
IŞIK: Neden Karabaşı seversin? BEŞLİ: Karabaş it tutumludur. Ziyan etmez. Yakışıklıdır.
IŞIK: Kara tırnaklı bir it, ak tırnaklı bir itten daha mı iyidir? BEŞLİ: Bazıları bakar onlara ama aslında bir farkları yoktur.
IŞIK: Ya kuyruk ucundaki ak lekeler? BEŞLİ: Mesele değil; enik seçerken iyi ve güçlü görüneni seçeriz.
IŞIK: Ala itler için nedersin? BEŞLİ: Bir it Karabaş olduğunda millet ona Kangal demekte ısrar ediyor, çünkü Sivas Kangal iti genellikle karabaşlıdır. İtin ala olmasında hiçbir sakınca yoktur. Herşeye kadir olan Ulu Tanrım onları öyle yaratmış.
IŞIK: Kaba it (uzun kıllı ve yünlü) boğuşur mu? BEŞLİ: İyi bakılırsa boğuşur, Adam iti, çocuk sever gibi sevmeli. Benim itlerim öyle bir noktaya gelirler ki ekmek, yumurta, et yiyemez, süt içemezler. O vakit iyi beslenmişlerdir.
IŞIK: Hangi post cinsi soğuğa daha çok gider, kaba mı kırık (kısa kıllı) mı? BEŞLİ: Tülü”(uzun tüylü) soğuğa daha çok dayanır. Sen soğukta dışarı ceketsiz çıksan nasıl hissedersin?
IŞIK: Ak itler boğuşur mu? BEŞLİ: Neden olmasın? Tabii ki. Garının evini bırakmayanı, horozun günde üç defa öteni, köpeğin goşup goşup da tam ortadan vurup, yere çalanı makbuldür.
IŞIK: Boğuşta (it güreşi) itin cüssesinin önemi nedir? BEŞLİ: Boğuşta ufak bir iti büyük bir ite eşlemem. Aynı boyda olmalılar. Zayıf iti herkes boğdurur (boğmak, yenilmek anlamında burada, çünkü boğan itin boğulanı boğazından tutup yere indir ve pes edinceye kadar bekler). Bu bir marifet değildir. Kıymet, güçlüyü güçlü olan boğduğunda ortaya çıkar. Ender de olsa, mümkündür, kırkda bir ufak bir it, daha iriyi yere çalar.
IŞIK: Boğuş itinde ya da koyun itinde en önemli özellik nedir? BEŞLİ: Yürek. (“Cesaret” demek istiyor)
IŞIK: Hangi noktada bir itin boğuşta kaybettiğine hükmedersin? BEŞLİ: Pehlivanın (er meydanındaki güreşçi) sırtı yere değdimi “Pes” der. Yenildiğini teslim ettim demektir. İt yere yattığında (boğazını yatıran it ağzına aldığında) boğulmuş sayarım. Üçe kadar sayarım. Orada güreş biter.
IŞIK: Güreşecek iti nasıl seçersin? BEŞLİ: Ana babada doğru kan olması lazım.
IŞIK: Boğuşçu enik ve koyuncu enik aynı batında olur mu? BEŞLİ: Ne derler? “ Her ananın her oğlu pehlivan olur mu?” Doğru damarı bulmak lazım. Bir gancık onbeş enik doğurduğunda içlerinden biri güreşçi çıkar (Beşli burada örnek iyi anlaşılsın diye, sözüngelişi enik sayısını artırıyor. Anadolu da bir batının enik sayısı bu kadar yüksek olmaz). Güreşçi enik hakiki köklerinden bağımsız olmaz. Aslına uygundur. Enik güreşmeye aday olup olmadığını henüz bir aylıkken belli eder. Diğer eniklere baskındır. Diğerlerine en iyi memeyi vermez. Daha iyi bir yapısı vardır ve diğerlerinden daha güçlüdür. İki günlük eniğin ne olacağı belli olmaz. Bazıları iki günlük eniğin canını yakıp acıya dayanıklı olup olmadığına bakar, öngürüde bulunmaya çalışırlar. Eniklere yazıktır acı çektirmek, yanlıştır.
IŞIK: Ne kadar süredir boğuşlar düzenlenmekte? BEŞLİ: Dedemin dedesinden zamanlarından. Göreneğimizin parçasıdır.
IŞIK: Denizli yöresinde ve Ege de tüm köpek karşılaşmalarına güreş ya da boğuş deriz. Kavaga demeyiz. Neden? BEŞLİ: Çünkü bu itler güreşirler. Pitbullar kavga eder, çünkü onlar biribirine zarar vermek, öldürmek için saldırırlar. Bizim köpeklerimiz deli ve akılsız değildirler. Koyun köpekleri güreşirler çünkü birbirlerinin güçlerini ve iradelerini sınamaktır niyetleri. Develer de güreşir. Kavga etmezler. Koçlar süserler birbirlerini. Kavga mı ediyorlar? Hayır, birbirilerini tanır, bilirler. Taraflar çok uzun süre inatlaşırlarsa, sınaşma kavgaya dönüşebilir. Boğuşlara geldin, bilirsin, kaç tane ölen it gördün? Ne sıklıkla kan aktığını gördün? Ölen olmaz ama bazı karşılaşmalarda ufak yaralanmalar olur. İki er güreştiğinde de incinmeler, yaralanmalar olur. Kanayan burunlar ya da kırk yılda bir kırılan bir kol olur. Simdi neden güreş dediğimizi anladın mı?
IŞIK: Ortada yine de bir ölüm ihtimali var mıdır? BEŞLİ: Araba sürdüğünde ölme ihtimalin var. Sürme niyet sonucudur, yanlışlıkla araba sürmezsin ve ölebilirsin. Bu halde, araba sürmek yasaklanmalı, tehlikeli ki kemer takmayı zorluyorlar. Hayat, ölümle dolaşır. Ölümsüz hayat olmaz. Birliktedirler. Onları ayırmaya çalışma. İtlerimiz güreşir. Bu bizim olduğu kadar onların da niyetidir. Zorlama yoktur, rıza ile olur. Bunun yanında bazı insanlar itlerini güreştirmezler, ve biz onları yargılmayız, kötülemeyiz, onlar itlerini bizim gibi sınamazlar diye. Bazı insanlar okula gitmezler ve cemaat onları yargılar. Zaten kim demiş ki itler öldürülüyor diye? Görülmüş mü, duyulmuş mu boğuşlarda öldükleri?
IŞIK: Şimdiye kadar hiç duymadım. İnsan, hergün milyonlarca koyun, sığır, tavuk boğazlıyor, bu hayvanlar boğazlarının kesilmesinden hoşlanmasalar gerek. Hatta bazı durumlarda bu hayvanlar elektrikle şoklanıyorlar derileri yada tüyleri, bunlar henüz canlılarken yüzülüyor, yolunuyor. Direnmeleri için hiç bir fırsat verilmiyorlar. Ölüm istikametleri. Seçenekleri yok. Bu hayvanların toplu katledilmeleri, ya da ormanların sıfır kesilmelerini kendi rahat ve zevklerimiz için bir şekilde akıl ve kelime oyunları ile makulleştiriyoruz. İstisnalardan, bunlar için de aynı hal için birden çok kıstastan yararlanıyoruz. Hani atlara daha incelikle, nazikçe, ama sığırlara kabaca davranıyor, atlara “Asil” derken sığırlara “Aptal” diyoruz. Adama “Aslanım” diyoruz ama “Ayım” demiyoruz. Köpekleri korur, rahatlarını sağlar, “haklar” verirken, kurtları, tilkileri öldürüyoruz. BEŞLİ: Insanoğlu patron. Mesele onun adil olup olmadığında.
IŞIK: Malak nedir? BEŞLİ: Ayrı bir ırktır. Tüm Anadolu da bulunur.
IŞIK: Kangal nedir? Kangal ile Akbaş 30 yıl önce varlar mıydı? BEŞLİ: Hafızam beni yanlıtmıyorsa, Kangal 1970-80 lerden beri var. Kangal adı Karabaş’tan döndürme. Denizli de Kangallardan çok daha başarılı Karabaşlarımız var. Bazı Kangalcılar TRT de doğru kişilerle konuşup bu itleri onlara akıllıca reklam ettirdiler. Bu Kangalcılar, Kangal kasabasından buraya it boğuşturmaya getirirlerdi bizim köpeklerle karşılaşsınlar diye. Doğan Kartay gelir buralara, bizden köpek çıkarır, toplar, damızlık etmek için. Boğuşların neticelleri bize, bizim itlerin nitelikleri, acarlıkları hakkında fikir verir. 1980 lerden önce Akbaş vardı. Biz onlara “Akguş” derdik. Heryerde bulunurlardı..
IŞIK: Kangal ne renk olmalı? BEŞLİ: Kangallar ekseriya boz, karabaşlıdırlar, ama alabaşları da vardır. Alalık atasında varsa, eniklerinde de çıkar.
IŞIK: Gancığın az eniklemesi tercih edilen bir hal midir? BEŞLİ: Az enikleyen gancık yakışıklıdır, güzeldir. Gancığın sekiz memesi olur. Ne kadar az eniklerse, o kadar iyidir gancık. IŞIK: Gancıkları nasıl yüğürtürsünüz? BEŞLİ: Yıllar önce, gancık yalık oldu mu (kızana girdi mi) en sert ve güçlü erkek onla yüğürürdü, Şimdi başarılı erkekleri gancıklara çekeriz. Böylece yeni nesiller daha güreşgen olurlar.
IŞIK: Ya yakın akraba eşleştirmesi? BEŞLİ: Gardaş gardaşa eşleşme pek görmezsin. Babayı gıza, ya da teyze, amca gızlarına çekeriz. Bazen uzak diyarlardan alakasız gancıklar, erkekler de kullandığımız olur. Önemli olan köpeğin asıl, kıymetli özelliklerini kaybetmemek. İyi bir damar yakaladın mı, bırakma, sarıl.
IŞIK: İtleri, canavar (kurt) ile melezlemek konusunda ne diyorsun? BEŞLİ: Bazı kişiler bunu yapmaktalar. Kırmalar gayet sağlam ve sert olurlar. Boğuşta kolay pes etmezler. Dayanıklılıkları daha iyidir. Bazılarının kulakları dik olur.
IŞIK: Baklan ve Çal’da eskiden nasıl itler olurdu? BEŞLİ: Çal’ın dağ köylerinden itler getirirdik Baklan’a. O eski köpekler pek ünlüydüler. Uzun bacaklı olurlardı. Gayet boyluydular. Onlar, Kırkpınar’in pehlivanları kadar ünlüydüler. O vakitler Baklan’ın itleri de iyiydiler ama Çal’ınkiler bizimkilerden daha keskindiler.
IŞIK: O itlere n’oldu? BEŞLİ: Bizim itler onlarla karıştı. Ormancılar koyunu, keçiyi Çökelez ve Beşparmak dağlarında yasakladılar. İnsancıklar sürülerini satmak zorunda kaldılar. Bazı sürüler kaldı ama hayat çobanlar için zor gari. Herhangi bir köyde en az kırk it olurdu. Bugün bazılarında bir tek it yok.
IŞIK: Çocukluğumdan hatırlıyorum, babam arabasını kenara çeker, onbeş dakika kadar sürülerin geçmesini beklerdi. Keçi ve koyun sürüleri çok büyük olurlardı, ama tabii ki sen benden önceki zamanları da biliyorsun.
IŞIK: Neden bazı itler çok havlarlar? BEŞLİ: Bu ırsidir. Kimi adam çok konuşur, ama dediklerinin bir önemi olmaz. Az havlayan it makbuldür.
IŞIK: Gancık mı erkek mi daha çok havlar? BEŞLİ: Gancık.
IŞIK: Gancık güreştirilir mi? BEŞLİ: Eve tama nadiren. Gancıklar sürülerin başında iken diğer gancıklarla çok boğuşurlar.
IŞIK: Diyelim ki bir doğumda beş enik oldu, hepsini bırakırmısın; seçim kıstasların nelerdir? Enikleri sınarmısın? BEŞLİ: Bir aylık eniği seçmek zordur. Boğuşçu itler insanlara alışkındır. Çok insan gördüklerinden alışırlar. Sert it istersen insanlarla ilişkisini azaltman ve çok ellememen lazım.
IŞIK: Doğu Anadolu’nun itlerinin Denizli itlerinden daha iyi olduklarını iddia edebilir misin? BEŞLİ: Neticeleri burada görüyoruz. En iyi dedikleri Kangalları buraya getirdiler ve bunlar burada yenildiler. Başarı nerdeyse yarı yarıya üleşilir ya.. bizimkiler daha başarılıdır.
IŞIK: Buranın güreş kuralları ile Maraş’ın kuralları arasında ki fark nedir? BEŞLİ: Biz ufak iti büyük itle eşlemeyiz; itler tamamen tükeninceye ya da birbirlerini öldürme oktasına gelinceye kadar boğuşturmayız. Hakem olarak ben, doğru anın geldiğine hükmettiğimde devreye girer ve boğuşu durdururum. İt çığlık atarsa, bağırırsa, kuyruğunu bacaklarının arasına alırsa boğulmuş sayılır. Kuyruğunu neden indirir it? Demektedir ki “ Korktum, karşı çıkmıyorum, pes ediyorum.” Bu işaretleri gördüğümüzde, karşılaşmayı bitti sayarız. Zaten, ekseriya onlar o noktada kendiliklerinden ayrılırlar.
IŞIK: Boğuşlar tamamen ortadan kalktıktan sonra bu boğuş itlerine ne olacak sence? BEŞLİ: İtlerin kıymeti buharlaşacak.
HALİL ÇOKAK (kendisi it boğuşturmayan Çokak, koyun köpeği konusunda bölgenin en deneyimli ve bilgili çobanlarından): Boğuşçu itin sahibi diyor ki “İti boğuşturamayacaksam niye besliyeyim?” BEŞLİ: Adam neden 5000 bin lira harcasın bir ite? Harcar çünkü itin başarılı olacağına hükmeder. Pehlivan olacağını umar. Bu cins bir kopeğin karşısına onun gibi kıymetli ve sağlam it çıkmalıdır. İtler de bunu beklerler.
IŞIK: Koyu kıllı itin daha iyi kurtboğan olduğunu söyleyenler var. Doğru mudur? BEŞLİ: Hayır. Renk, don meselesi değil bu işler, yürek meselesidir.
IŞIK: Güreşen it en iyi nasıl beslenir? BEŞLİ: Yiygi dengeli olmalı. Yumurta, et, süt, ekmek ve yal veririz. Çok et yedirmek, iti yakar. İtin, etten daha çok, ekmek ve yal yemesi gerekir. (Beşli “et iti yakar” derken itin fazla protein ile beslenmesi itin gelişimini yavaşlatır ya da durdur demek istiyor ki onun bu ifadesini destekler nitelikte bir kaç paleontolji ve fizyoloji konulu araştırma 2013 yılında yayınlandılar.)
IŞIK: Sallı (dikdörtgen/uzun) it mi, kare it mi daha iyi güreşir? BEŞLİ: Sallı it, kısa ite nisbetle rakibine karşıdan daha etkili, daha şiddetli vurur. Kare it ise hem kendi hem de rakibi çevresinde çok hızlı döner (Boğuş konusunda Beşli kadar bilgili, Yörük geleneklerini her an yaşayan, yüzünden gülümseme eksik olmayan, rahmetli bilge Hasan Kayış’a göre ise kare itler yerden çabuk kalkıp, çabuk toparlanırlar ki Kayış’ın bu ifadesini hem Beşli hem de başkaları doğruladılar).
IŞIK: İtin mahmuzlu olması ile becerisi arasında bir ilişki bulunur mu? BEŞLİ: Yoktur.
IŞIK: Bazı itlerin ağızlarının içinde kara lekeler olur. Ne demektir? BEŞLİ: Hiçbirşey.
IŞIK: Boğuşlarda neden sırtlan ve kara itleri pek görmeyiz ama boz ve alaları görürüz? BEŞLİ: Becerisi sınanmış iyi sırtlanlar vardır. Çoğunlukla Maraş taraflarından gelirler.
IŞIK: Karşılaşmalarda hakemlik yapmaya devam edecekmisin? BEŞLİ: Devletin ve hayvan hakçıların bana çıkardığı güçlükler çoktur. Bu kadar eziyeti kaldırabilecek kadar genç değilim artık. Çoğu diğer boğuşçular gibi elimdeki köpekleri dağıttım, erittim.
IŞIK: Senin gibi herkes bırakırsa ne olacak? BEŞLİ: Benim gibiler ölünce, çalışkan, acar itler de yokolacak. Güreşecek bir iti yetiştirmek en az iki yıl alır. İyi kanları toplamak, bunları yoğunlaştırmak, süzmek yıllar alır. Boğuşacak enik adayı iki yaşından önce gerçek boğuşa çıkmaz. Yetiştirmek zaman, para ve tecrübe gerektirir. Biz köylülerin hoşlandığımız herşey yasaklandı. İstediğimizi ekip biçemeyiz. Askerlerimiz Kürt teröristlere karşı çarpışıp öldüklerinde “hayvan seviciler” ağlamayı bilmezler ama batılılarla bir olup geleneklerimize karışıp, yasaklamayı iyi bilirler. Derler ki yakında Avrupa Topluluğuna katılacağız. Böylece daha medeni olacakmışız. Biz neysek oyuz. Halka (çivili tasma) hernekadar korusa da, canavar halka giymez, o sebeblen kurt kalır. Bizler bu saldırganlar için kolay hedefiz. Halbüysem, vatandaştan çalınan paralar, vergiler, öksüz çocuklar, fakir insanlar, kıymetinin altına sattığımız ürünlerimiz konuları daha önemli olamalılarken, bir ağırlıkları yok gibi davranır idareciler ve hayvan hakçılar. Bu itler rekabetçi ve aynı zamanda Tanrının beyefendi mahlukatıdır. Onları ulu Tanrıdan ötürü severiz. Bu itleri severiz ama şehirliyle karşılaştırdığında, biz itlerde, onlara saygı duyabileceğimiz farklı özellikleri ararız. Biz onların ruhlarını severiz. Gürültücü şehirli onların şekillerini sever. İyi ama bu itleri ellemelik hayvanlara indirgediğinde, onları elci yaparsın. O vakitse bu itler kendilerine saygı duyabilecekleri özelliklleri kaybederler ki, bu halde biz de onlar saygı duymayız. Şehirli hayatını topraktan kazanmaz ve tüketmek için bir şey üretmez, ama her nasılsa her türlü lüksü vardır. Bizim ürünlerimizi tüketirler, geri döner bize ne edeceğimizi söylerler. Tanrı gibi davranırlar, çünkü yüreklerinde Allah korkusu yoktur. Onların tanrısı sürgünde. Şehirli ve batılı, köpeklerini severler, halbuki biz köpeklerimizle gurur duyarız. Neden gurur duyarız bilir misin? Çünkü acardırlar (becerikli, işlevli, tutumlu).
IŞIK: Hayvan hakçılar diyorlar ki bu köpekleri kavga ettirmek barbarcadır. O yüzden hayvan teşhir yarışmaları yaparlar. BEŞLİ: Önce boksu durdur. İki adam birbirlerini yumruklarlar ve bunun adı spor olur. Şehirde, evde, kafeste beslenen ite yazık değil mi? Şov dedikleri gösterişçiliktir. Hangi atın daha hızlı olduğunu nasıl bilirsin? Yarıştırırsın. Hangi ineğin daha çok süt verdiğini nasıl bilirsin? Sağarsın. Hangi koyun köpeğinin daha iyi olduğunu nasıl bilirsin? Güreştirirsin. Neden? Çünkü güreşemeyen it, sürüyü koruyamaz. Onun dışında biz millet olarak güreşten hoşlanırız. Erkek erkeğe, it ite bir karşılaşmalardır bunlar. Erkekçedir. Asilanedir. Neyimiş? Avrupalıca değilmiş. İyi de ben Türküm!
IŞIK: Aynı şekilde, İspanya Avrupa Birliğinin parçası ve boğa güreşine devam ediyor. AB üyesi Fransız ve Macar kaz ciğeri üretimine, kazların boğazlarından zorla akıttıkları darı ile besledikleri kazcılığa devam ediyorlar. Amerika da hayvan yetiştiriciliğinde antibiyotik ve büyütme hormanları kullanılıyor, tavuklar ve domuzlar dar kafeslerde besleniyorlar ve de üstüne bu uygulamaları benimsemeleri için Türklere verdikleri krediler üzeründen baskı yapıyorlar. Türkler geleneksel olarak sıkıştırlmış, yoğun hayvancılık değil yaygın ve seyrek hayvancılık yapan milletlerden. Daha çok koyun beslemek için kurtları sistematik olarak yokeden Anadolu milletir değil ama nedense Türk bir türlü imtahanlardan başarı ile çıkamıyor! Batılılar hayvanlarını ya ateşli demirle dağlıyorlar ya da kulaklarını sözde kimlikleri belli olsun diye deliyorlar. Batıdan gelen baskılardan sonra Türkiye de de sığırların kulakları delinmeye başlandı. Sıra koyun ve keçilerde (bu uygulama o zaman öngördüğüm, tek bir “uslu oğlan” veteriner hekimin itirazı olmadan gibi 2011 den sonra TR ye geldi). Sıra tavşan ve tavukda. Batılı hayvanları daha iyi idare edebilmek için kısırlaştırma, iğdişleştirme yapıyor. Bu yapılanların hayvan hakları ile bir ilgisi yok. İnsanların, hayvanları rahatça hasad edebilmesi ve paketlenebilmesi ile ilgili. Ne dediğini anladım.
BEŞLİ: Belli ki bu uygulamaları sen, bizim bu ufak kasabada gördüğümüzden daha iyi görüyorsun.Biz koyunculuğu ve davarcılığı bırakmak zorunda kaldık. Herzaman boğuş köpeklerimiz vardı. Çoban herzaman itlerini boğuştururdu ya da başka sürülerin itlerine karşı, yaylada, merada bir dolu sürü otlarken, istese istemese de denerdi. İti güreştirmek, itin asıl işinden kök sürer. Sürüler gittikten sonra bizim ve yakışıklı köpeklerimiz için geride kalan son hareket, neşe, heyecan güreşlerdi. Güreşen boğuş itleri bizlerle yokolup gidecek (Beşli bu noktada haklı. Fransız da aynı şekilde kuzey Afrikalının Tazı ile avlanmasını yasaklamış ve Tazı nesillerini ortadan kaldırmıştı. Gerekçeleri –safari avlarına çıkan sanki kendileri değil de yerli halkmış gibi- doğayı korumaktı. Sovyetler zamanında Ruslar Türkmenlerin Alabay beslemelerini yasaklamışlardı ve işgal edilen halklara karşı yapılan kültürel saldırılar listesi uzar gider. Ve evet Türkiye kolonisinde akıl ve vicdan hür!).
Çal daki koyun köpeklerine bak. Sayıları çok tükendi. O kadar ki köylerde eski yerli iti kolay kolay göremezsin artık. Bazı köylüler ve çobanlar eski hayat tarzlarını devam ettiremeseler de bir şekilde bir kaç boğuş iti yetiştirmeyi bırakmamışlardı. Ne yazık ki bugün eskinin ondabiri bile it kalmadı. Hergün sayıları hızla azalıyor. Bana bu itleri Amerika da kaydettiklerini, İstanbul, İzmir, Ankara da vahşi hayvanlar gibi kafeslerde korumak maksadıyla beslediklerini söyledin. Bu itlerin adlarını bir işe yaramayan zavallı örnekleri ile korurlar ancak. Biz köpeklerin adlarını toparlayıp yazmayız ama atalarını üç nesil öncesine kadar biliriz. IŞIK: Demek ki bu itler kendilerini, kendileri üzerinden, en iyileri üzerinden bir sonraki nesle aktarıyorlar. Başka bir deyişle, geçmişi geleceğe aktarırken, geçmişi, bugün daha nitelikli yapıyorsun. İti koruyorsun, adını değil. Onun için mi “her ananın doğurduğu her oğlan pehlivan olmaz” demiştin? BEŞLİ: Aslolan kandır ve pehlivan olmak güreşmekten geçer, kara kalem ile yazmak ile gösterişçilik etmekten değil.
Beşli, İsmail Kara nın takma adı. Beşli nin gayet sıcak yeşilimsi gök gözleri ışıkla dolu. Gözlerini kırpıştırdı.Yorulduğunu ve üzüldüğünü farkettim. Bana ayırdığı vakit, samimi tecrübesi ve iyi bi ev sahibi olduğu için teşekkür ettim, uzun ömür diledim. Beşli’nin geleneklere uygun olarak döşenmiş, evinde, envai renkli ve desenli minderlerin üstünde oturmuş, kerpiç duvarların adeta tarlalardan alıp içine sindirdiği alma, armut, ayva, un ve saman kokularını soluyarak, biskivülerimizi yemiş, çayımızı bitirmiştik. Çoban arkadaşım Halil ile ben ayağa kalkarken Beşli kapıyı açtı. Elini öperken yüksek bozkırın içinde asılı kalmış koyun ve toprak kokusu, serin hava ile birlikte içeri aktı. Tüm bozkırı yüzümde hissettim. Bizi yolumuza gönderirken iyi dileklerini ekledi: “Ugurlar olsun.” Ben de içimden dedim “İçin nur ile dolsun”.
Denizli 28 Nisan 2006
Bu söyleşi 2007 yılında Choban Chatter da İngilizce yayınlandı.
Sertikalı Tecavüz
“Pet sahibi olmak tabiki de sertifika gerektirmemeli. Sonuçta Türkiye'de pekçok sertifika para ile satın alınır ya da diğer taraftan bakılırsa para kazanmak için birilerine verilir. Konunun temeline inildiğinde bence konu sertifika değildir. Konu belirli noktalardan girerek adım adım ilerleme kaydetmek,bu ülkeyi pilot ülke olarak kullanmak ve bu doğrultuda ufaktan ufaktan bir yerlerden başlamak. İyi başlangıç! (türkvet veri sistemini de unutmayalım lütfen) Bunun dışında Türkiye'de sadece insan olabilmek ve yaşamak için bile sertifika gerekir, eğer hakkı ile verilecek ise. Bu da, bizi alakadar etmesi gereken başka bir konu. Millet olarak sorunumuz şu: Dedikodu yapan fakat şikayet etmeyen, konu ile ilgili olan fakat konuşmayan, bizim olan fakat benimsemeyen, iyiyi gören fakat almayan... bir toplumuz. İyiler evlerinde oturdukca, kuklalar bu ülkede geri kalan işleri tabiki yapar. Dış kaynaklarda tabiki bu kişileri besler ve sever. Bugün sertifika verir, yarın kayıt yapar, sonra ırklar konusunda çalışır ve sonra elinden alır, “benim” der. Buna sen izin verirsin. Çünkü haklı tarfları da vardır. Sen hiçbirşeyi doğru düzgün yapamamışsındır, ilkel düşünceler içinde,dıştan yardım bekler bir yapıdasındır. Peki bütün bunlar olup bitince “Kültür nedir?” diye düşünürken, bakarsın, alttan birisi ateşi vermiş. Devlet vesayeti altındaki semai dinin imamlarına gelince.Din, din içindir. Halk için değildir. Onlar dinini yaşar, namazını kılar. Eee daha ne istiyorsun? Kime ne görev, makam, mevki verildi ise ,o söz konusu yer doldurulur. Aybaşı maaş alınır, lüks villalara mescid yapılır. Özet budur. Kesin olan şu: Doğal hayatta hiçbir canlının bir sertifikaya, belgeye v.s. ihtiyacı tabiki de yoktur, bahsettiğimiz canlıların bir sahibi yoksa. Eğer sahibin varsa, bunun aksine senin değil bir sertifikaya, ayrıca kulak küpesine de ihtiyacın var demektir. Kullaklarını hazırla...” Veteriner Hekim, Nazif Aylan 29-04-2014 Aylan’ın sözünü ettiği insanların kulak küpesine ihtiyacı olması durumu uzak ve hayali bir durum değil. “Ali’den al Veli’ye ver”ci, Sosyalist İsveç’te benzer bir uygulamaya alışveriş merkezlerinde başlandı. Amerika’da ABC televizyonunda çocukların çiplenmesinin faydalarından sözedildi. Çiplenmeye karşı çıkan sadece “Şeytana direndiğinde senden kaçacaktır. James 4:7” diyen radikal Hristiyanlık. Modern, “Ilımlı İslam” o alana ayak basmıyor. O alana basmasına olanak sağlayacak çizmeleri gözetim altında. Ilıltılmış İslam henüz ve hala peygamberin resimleri ve karikatürleri, mümünin ideal sakal biçimi ile periodik olarak “orucu neler, nasıl bozar?” gibi aslında suya sabuna dokunmayan konularına takılı kalık. Bulundukları pozisyonda, çalılardan ağaçları görmeleri mümün değil. Görseler de seslerini çıkarmamaları, maaşlarının ilkelerden daha önemli olması sebebiynen. Bu durumda ne bildiklerini, ne de gördüklerini söylebilirler. Ve eminim modern türksüler, çocuklarının doğduklarında damgalanmalarını bir ilerleme olarak göreceklerdir. Ben de öyle görüyorum: digital köleliğe doğru marş marş ileri. Bugün enik çipleyen, yarın bebek çipleyecek. “Hürriyet bolluğu” yaşanan TR de, insan haysiyetini ve bireyin seçimini hiçe sayan, evlilik öncesi sağlık belgesi gerekiyor. Tabii ki herzamanki gibi gerekçe “kamu yararı”. Kamu olmasaydı, bu millet ne güzel idare edilirdi! Ama kimin kamusu? Sıra çocuk yapma sertifikasında. Öyle her önüne gelen çocuk yapamayacak. Merkezin, tabii ki sizden daha akıllı, daha bol diplomalı, daha uzun kravatlı, daha kısa donlu, daha ahlaklı, daha görgülü, daha mavi kanlı örümceklerinin keyfine göre sertifikalanacaksınız. Zaten Hayvan Hakçılar için “pet” (ki onlar için insan olmayan hayvan) ile çocuk (ki onlar “insan yavrusu” diyorlar) arasında fark yok. Vesayet ve kayıt altına girmeye rıza gözterdiniz mi sadece parmak izi ve DNA’nızı değil ruhunuzu bile kayıtlarlar. Kayıd altı-=hürriyet dışı. Hayvanlarla cinsi münasebeti–belli ki akıllarından hiç çıkmayan bir haz konusu- yasaklamayı akıllarına getiren bu Kleoptomanyakların, nedense normalde kanun dışı olan fahişeliğin, devlet eliyle işletilmesi durumu akıllarına gelmez. Bu önce insanın akla gelmesi demek olur! Vatandaş için kanun dışı olan, devleti ellerine geçirenler için otamatikman kanun-içi oluveriyor. Kleoptaların hobi ve takıntıları hayvanlarla cinsel ilişi kurmak. Siz çevrenizde kimi biliyorsunuz bu tür ilişkiye giren? Bazı marjinal haller, yasaklarla popularize edilir. Kaç kişi ağaca çıkıp işer? Marjinal bir grup. Ama olsun, bizde marjinal işeyicilerin tırmanmış oldukları bir ağacın altından geçebiliriz bir gün. Kanunla belirleyelim işeme rakım, enlem ve boylamlarını. Belli ki bunların düşüp kalktıkları, bur türden hayvanseviciler. Sevdiler mi , dibine kadar, tam seviyorlar. Devlet onanımlı ve donanımlı fahişeciliğe, hem onların hem de devletçillerin ses çıkarmamalarının ikinci sebebi “dişi insanla” ilişkiye giren ayrıcalıksız vatandaşların, adına kibarca vergi denen haraca tabi tutulmaları. Devlet gözetimi altında yapılan -şübhesiz yine kamu yararına- kollektif fahişecilik aktivitelerinde, fahişeler zorunlu olarak vatan ve millet için çalışırlarken, ziyaterçiler hobi olarak bu etkinliğe katılıyorlar. Boş boş sokaklarda dolaşacaklarına, bisiklete bineceklerine kendilerine hobi ediniyorlar; binicilik yeteneklerinin nesnesinde ufak bir değişiklik yapıyorlar. Harac vermeden, el , bacak, sırt, kalem, ahlak, akıl, tecrübe pazarlamak ciddi bir sorun değil ama vücudun belli noktaları, aslında güya, ruhu ve içgüdüleri olmayan devleti uyarıyor ve aktiviteden üretilen enerjiden kibarca pay almasını tetikliyor. Devletin izni olmadan, normalda bir kadın ile bir erkek (belli durumlarda bol kadın ve bol erkek; takım olarak) para karşılığında birbirlerinden zevk alamıyorlar. Zevk alma sertifikası satın almaları gerekiyor. Cinsi işportacılık yasak. Serbest fahişelik kanun dışı ama, kamu yararına, kamucul alanda ise yığınla. Kanunlarını bile ithal eden bir koloniden daha fazlası da beklenemezdi. Devlet idaresindeki konsantre toplu yüğürüm/sex merkezleri , tabii ki toplum ahlâkı ve şuuru için hem zararsız hem de “helâl”; ama sadece çalışanlara madalya verilmiyor. Orada çalışmak durumunda kalan, aslında hırsızlık yapmadıkları ve kandırmadıkları için, tabiitaıyla, dürüst bir ticari etkinlikte bulunan bu kadınlar, kadıncıklar, vatan, “Avrupa Toplu Soluduğumuz Havayı bile Vergilendirme Mafyası”, ve kedi hakları mevzuubahis olduğunda ise bir teferruat. Kadının tarihi ve kültürel anlam ve kıymetini aşındırma, kadını nötralleştirme felsefesi, feminizmin kadınımsı savaşçıları , kendileri gibi değil, ama gerçek kadınlar, sex köleleri sözkonusu olduğunda ne seslerini çıkartırlar ne de parmaklarını kaldırırlar. Öte yandan kleoptoları doğuranlar, erkekler; babaları olmalı. Monossex bu insan altürü. Analarından doğan, damarlarında kızıl kan taşıyan, analarını emerek ilk sütlerini tatmış insanların, yine başka bir analar kümesini yoğun olarak pazarlamaları, haraca bağlamaları, sütçül gariban fabrika ineği gibi ticari maximizasyon için sağmaları, görmezden gelmeleri ancak sosyopatların işi olabilir. Sosyopatlara derdinizi anlatamazsınız. Ancak bilinçlenerek kendinizi onlara karşı koruyabilirsiniz. İradeniz ve vicdanınız işgal edilmediği sürece hürsünüz çünkü. Hakları çalan çalgıcıların, genelde patolojik obsesyon la donanık şahıslar olduğu gün gibi açık, ama yine de burada kritik soru şu: Eti alınan, satılan, ağır vergiye tabi sığır ve koyundan hızını alamayan, farzedelimki, hani belki, ihtimalen, süper maaşlı Millet’in Meclisi - ama tabiiki değil- neden sizin evinizdeki kedi ,köpek ve kuşla ilgilenir de vergisini kuruşuna kadar topladığı modern kölelerin birincil dertleriyle ilgilenmez? Çünkü onların dertleri ve hatta boş vakit meşgaleleri, işçi, köylü, avukat, çocuk ve envai çeşit kölemen korkutmak -tabii ki böğürerek-, döğmek, ve insan kılığında kıç kıvırmaktır. Kıvırmadan ve kıvrandırmadan varolamazlar. Kıvrıktırlar.
FCI
ASDCA (Anadolu Çoban İti Derneği), ana dernek ve tüm ölçütleri belirleme yetkisine sahib, ama AKC (Amerikan İt Derneği)’nin kanatları altına girmeye karar veriyor! Neden? Daha iyi pazarlama ve tanıtım için. Bu noktada AKC’nin kurallarını benimsemek durumunda kalıyor. Bir yarışa giriyorsanız, yarışı düzenleyenlerin kurallarına uymak zorundasınız. Uluslarası İt Derneğine girdiğinde milli it derneği, FCI, standartları, milli derneğin belirlemesine “izin” verecek. Lütfedecek! “Standardı biz belirleyip FCI’ya vereceğiz,” denebilir ama bu ne demektir? Belli bir görüş çevresindeki kişilerin toplanıp, değer verdiklerini korumak için işbirliğine girmesi, karalanacak bir hâl değil. Tersine koruma amaçlı teşebbüsler alkışlanmalı da, ama mesele FCI makinesine giren en güzel etin, öte yandan kıyma olarak çıkmasında. İtalyan, İngiliz, Bulgar Sivas köylerini dolaşıp “doğru it” arıyorlar. Bulduklarında da, “işte bu” diyorlar. Türk it-haneci “Aaa bak sen, meğerse bu imiş” diyor. Köydeki çoban bu işe şaşıp kalıyor. FCI’cılar standartları saptayıp, Türkü ikna ediyorlar. Bunu Türk ilan ettigi için bağımsız alınmış bir karar olmuş oluyor. Kangalı 1983’de Nelson'un belirlediği gibi, standartı, FCI’cılar (Bulgar, İtalyan, Alman vb) belirliyor. Bu kez organizasyon köklü ve büyük. FCI’ın About Us, hakkımızda sayfası açıklıyor. FCI’ın Standart ve Bilim Komitesi milli dernek ile işbirliği içinde standartı yazıyor. Anadolu üreticisinde olmayan ne gibi akıllar ve gizli bilgi onlarda var da işbirliği gerekiyor? Siz bir yemek yapıyorsunuz, onu işbirliği ile birlikte masaya FCI’ın istediği gibi yerleştiriyorsunuz ve birlikte yiyorsunuz. FCI, tuza, yağa, sıcaklığa karışma hakkına sahib. Bir çeşit IMF, FCI. Tanınırlık karşısında bağımsızlığınızı veriyorsunuz. FCI, kuyruğu kesik bir Rotweiler’i kabul etmiyor, çünkü Almanya kabul etmiyor. Ama böylece üye 84 ülkenin hiçbirinde kabul edilmiyor. FCI, Kangalın kulağını kırpmayı “insani nedenlerle” yasaklarsa, uymak zorundasınız. FCI kulağı kırpık bir hayvanın üretilmesine bile engel olabiliyor. Bu bir Anadolu geleneği imiş, kim takar? FCI gelenek değil, rafta ürün istiyor; “Ey Türk, pamuğu sen üret, ama benim tasarladığım tezgahda doku,” diyor. Milli kennelci kendi yoğurdunu nasıl yiyeceğini FCI’ya soracak, bunun adı, globalizm, modernizm olacak. Ve de öyle. Teslimin kod adları bunlar. “Milli kennelci kendine neden büyük birader arıyor?” Bu ödüllü bir soru. Ama öte yandan Türk denen millet ne vakit kendini belirledi? Alfabesi Latin, yasaları İtalyan, saati İsviçre, uçağı Amerikan, laikliği Fransız, dini Arab, ordusu Prusya-Amerikan. Türküsü, Anadolu; Türk şimdilik -henüz yasak değil-. Umalım ki Kangalın altından Nijerya çıkmasın. Yine de aradan gecen bunca yıldan sonra Türkün kendi malı üzerinde sözhakkına sahib olması iyi, ama arkasında Türk olmayanların olması yine düşündürücü. Angola-Roman parametre ve platformuna Anadolu bozkır kültürünün ürünü ne kadar oturursa, o kadar FCI’lanır Türk it sevdalısı. Rahatsız eden, bu işleri yapmak için uluslararası şirketlerin, kurumların, akılların onayını almak, şemsiyeleri altına girmek. FCI ne vakit Kangalı yetiştiren bozkırlı çobana akıl vermiş onu bugünkü hâline getirsin diye? FCI'ya giriş, AB aklının Anadolu’yu masum bir ziyareti değil. Mesele, FCI’a giriş için çalışılmasınındaki niyetin kötülüğünde de değil, süreç ve hedefte. İyi niyetli hedeflerin, kötü sonuçlar getirebildiği malûm. Dernekleşmek, uluslararasılaşmak, çobanlığın bittiğinin göstergeleri. Unutulmamalı ki, çobanlığı bitiren çoban değil, merkezin kanun yapıcı, akıllıları. Çoban Köpeği Derneği, ite yoğunlaşmış, çobana ve koyuna değil. Çobansız, koyunsuz, kurtsuz çoban iti olmuyor. Çoban ile koyunu desteklerseniz, it ile kurt geri gelirler. Bataklıktaki sinek, kurbağa ve leyleği tek tek toplayarak korumaya çalışmaktansa, bataklığa giden suyun önünü açarsınız, olur biter. Bu bağlamda, bir teşkilata toptan muhalif olmak ile bir ideoloji ve yaklaşımı eleştirmek ayrı şeyler. Kuşçular derneğinin kanaryaların gelişmesine ve korunmasına katkısı açık; kanaryalar derneğin düzenlediği yarışmalarda öttürülür ve derecelendirilir. Kanaryacılık koşulları ile Kangalcılık koşulları birbirlerinden çok farklılar. Biri kafes ister, diğeri bozkır. Neden dernekleşmeye gerek var? Bilinen: Kangal, dernekler kurulduktan sonra üretilmedi. Önce bir koyun iti vardı. Buna, dernek kurma niyeti taşıyan bir şahıs Kangal adını verdi. Ama ad ne olursa olsun, adlandırılan zaten vardı. Dernek, FCI, devlet ve AB akıllı, antidemokratik hayvan hakçıların Kangala ne katkısı olabilir? Katıksız Kangala katkı, çoban, koyun ve kurttan geldi. Güya, Koyçı korunmak isteniyor, bunun yanında çobanların ellerinden apar topar kopartılan yayla ve mera haklarına kulak tıkanıyor. Ekmeğin nasıl yapıldığını merak eden yok. “Madem ortada bir ekmek var, yağlayıp yiyelim,” var. Hâlihazırdaki örgütlenmeler, güya koruma ve geliştirmek için ama aslında pazarlama, paketleme ve merkezi denetleme gayretlerinden başka bir şey değil. Bir şahsiyet, ne diye kendini uluslararası bir örgüte kaydettirmek ister? Neden tanınmak için rakseder; neden ABC örgütlerine kabul edilmek için hem geleneğini teslim eder hem de onun hedeflerine aracı olur? Daha iyi ve güzel olan, neden Anadolu’nun dışında? Benzer bir zihniyet, milleti daha iyi besleyeceği fikrini satarak Holstein’ı Avrupa’dan ithâl ettiği ve özgün genetik havuzu, sığlaştırmak bir yana, kuruttuğu gibi, insanları daha mutlu edeceği iddiasi ile batı’dan demokrasi getireceğini söylüyor. Öz bu denli, boş, çirkin ve kaba mı da ithâlsiz durulamıyor? Örgütcülerin ve FCI’in yaptığı, yukarıdan aşağı değer ve ölçü belirlemek. Dernek, üretici ile FCI arasında aracı. Üreticinin, çobanın örgütün aklına ihtiyacı yok, ama derneklerin varolmak için, üreticilerin ürünlerine, Kangala ihtiyacı var. Saydırmak ve kaydettirmek, köleleşmenin yan ve arka kapıları. Siz fiyakalı örgütlere girdiğinizi sanırken, onlar size girerler. Çağrılı olmadığınınız davetin hizmetçisi, üretmediğiniz silâhın vurduğu olursunuz ancak. Güreştirme yasağının ardından, koyun itinin kurd boğmasını, kulak kırpmayı, Kopay ve Tazı ile avlanmayı, Anadolu’nun, sakin, ağırbaşlı bozkır halkı yasaklamaz. Bozkır kültürü, buğdayı kayıtlamayı, üretici ve ürününü rakamlara indirgemeyi aklından geçirmez, çünkü ne paranoyaktır ne de kontrol manyağıdır. Araçlaşmış Türk, dışardaki efendileri için yasaklar ve kayıtlar. Yerli sığırı, Tiftik keçisini, Karakılı, Karabaşı, meşe ormanlarını yokeden, bu aracı eğitilmiş modern Türk değil mi? Bu aracı sınıf değil mi, modernleşme, fabrikasyon ve verim adına, Kara, Boz, ve Kızıl sığırı mezbahalara gönderip, yerine Holstein, Montofon, Jersey, Saanen, Merinos getiren; bataklık ve sulak alanları kurutup tarlaya dönüştüren; maki kazıyıp, yerine yanıcı kızılçam ve patlayıcı okaliptüs diken? Anadolu’nun değerleri, kaynakları ve insanları iki şekilde sil baştan düzenleniyor: ya akıl ve sistem ithâl ederek var olan işleniyor; ya da hammadde ithâl edilerek var olan sistem o hammadeyi işleyebilecek hâle dönüştürülüyor. Modernleşmek mi, Holsteinlaşmak mı?
Ocak 05, 2010
PİNOKYO ve UYDU İTÇİLİK
Milli itçilere bakıyorum, ortaya attıkları, yeniden paketleyip pazarladıkları her it markasının önüne "Türk" eklemeyi ihmâl etmiyorlar. Bir sözcük seçin; örneğin "çerçeve". Tekrarlayın kafanızda. On kere, otuz kere, elli kere. Anlamını yitirecek. Hatta belki sizi güldürecek. Kavramların ruhunu sıkmak için ezberlemek, tekrarlamak, böylelikle bilinçaltına sallandırmakta ideal bir yol, tekrar; reklamcılığın, propogandacılığın temeli. Bir yalan, çeşitli kaynaklar tarafından yeterince tekrarlanınca, ona maruz kalanların çoğu tarafından doğru, gerçek olarak kabul edilir. Her adın önüne "Sayın" ekleyerek saygınlaştırılmıyor kişi. Artık herkes "Sayın". Irkın adının başına “Türk” koyunca millileşmiyor o it. Türk kendine kendi propogandasını yapınca da değişen bir şey olmuyor. İtin millileşmesi için milletin geleneklerinden yola çıkan yetiştirme koşulları gerekiyor. Milli gelenekler için halkın geleneklerini anlatan kütürüne bakmak gerekir. Alman kültürüne göre Kangal yetiştirilebilseydi, Almanlar Kangal'ı üretmiş olurlardı. Anadolu gelenekleri ve üretim biçimleri zemin hazırlasaydı, Türkler, AK’nu üretmiş olurlardı. Bir yüz metre koşucusunu, onbin metreci olarak yetiştirmeye çalışırsanız, sadece patlayıcılığa dayalı genetik özelliklerini zebil etmekle kalmazsınız, aynı zamanda ondan bin metreci bile yapamazsınız. Ata ot, ite et vermek durumundasınız. Ve Kangala yal. Milli itçi, Asya kafası ve daha mikro ifade edilirse Anadolu ruhu ile itçilik yapacağına, Avrupa yalakacılığından, ne olduğunu kendine bile açıklayamayıp, formüle edemediği modernizm manyasından kurtulamayan, taklitçiliği Avrupalılık sanan, artık ezici çoğunluğunu oluşturan, köpek mamacı, Labradorcu, Rotvaylırcı, Goldın Retrıvırcı (Altın renkli Getirici), Pitbulcu ve bir zamanlar Kanişçi olan şahsiyetlerinin etkisi altında. Bunlar Anadolu kırsalından kopuk, şehircilik ve batıcılık numaraları çevirmeye doymayan, yozlaşmış dolayısıyla kimliksizleşmiş kalça kıvırıcı modern arabeskçilerdir. Şu hâlde millici, Anadolu Koyun İtini yetiştirebilecek alet, edavat, akıl, ruh, bilgi ve iradeden tabii ki yoksundur. Globalizmi, global sanan, yerli malı haftası kaldırılmış bir uydu Türkiye'de, bağımsız akıllı, millici yetiştirilmesini beklemek zaten akılsızlık olur. Yüzünü batıya çevirmekle kendisiyle gurur duyan bir ülke ve onun figüran aydınları, ay-hişeler benimle aynı düşünmezler. Onların aklı kuzdan, günden, batıdan ve doğudan gelir, ama bir türlü içinde doğup, büyüdükleri ana toprak Ana-dolu'dan gelmez. Onların aklı fikri, özgün olanı ıslah etmektedir. Önünden ot giren, arkasından bok çıkan makinalar olarak gördükleri, yerli keçi, koyun, sığır ve beygirleri melezlemekten ve hatta yoketmekten zevk alan sapıklardır ıslahatçılar. O kadar ki Anadolu insan ırklarını ıslah etmek önerisi bile getirmişlerdir. Ruhları modernizmin okları ile delinen bu, yarıaydınlık, alacakaranlık ayhişelerin ruh torbalarından, Anadolu sevgisi akıp gitmiştir. Ne vakit koloni mevkiinden kurtulup, tarihin herhangi bir noktasında serbestlik seviyesine erişilip erişilmediği tartışma götürür. Karabaş’a “siyah maske” dediğiniz anda bilinçaltı teslimiyet başlamıştır. Enikğe, yavru ya da bebek dediğinizde asıldan kaymışsınız, “papi” dediğinizde artık kaybolmuşsunuzdur. Babanızın, nenenizin dilini tercümanlar aracılığı ile anlamaya razı olacak kadar bir-iki nesil öncenize bile yabancıysanız, o vakit onların dilini onların ağzından çıktığı gibi duymasanız da olur. Anadolu halkını ıslaha andiçikler değil mi dille ve tarihle oynamaya başlayanlar? Bu durumda çevirmenin, döndürmenin sıklıkla anlamlara takla attırmak durumuna geldiğini farkediveriyoruz. Takla attırılan dilde, akıl yürütmeye ve çoşkuya ne olduğunu tahmin edin. İstiklal fikri ve ruh hâli kimsenin tekelinde değil. Bozkurd hürriyetini kimseye borçlu değil. Kurd olarak kalabilecek iradesi olduğu sürece yabanıl ve hür. Kendisini millici, milliyetçi, muhafazakar, Kemalist, Muhammedan, Vahabist, devrimci olarak etiketleyenlerin ki bunlardan hiçbiri olmak zorunda değilsiniz ve şimdilik suç değil olmamak. Ama "..çülük ve ..izm"lerden uzak durmak serbestlik için şart. Uydu olamamanın koşulu, kendinizi, şakağınıza tabanca dayayanların, sizi barbar, gerici, vahşi olarak size geri tanıtanların değerleri ile tanımlamamanız. Bağlanmamanız. İstiklâlcilik ülküsüne (böyle bir ülkü samimiyetle var-ıdı-ysa) uygun bir tavır değil, çünkü, kendi aklıyla düşünemeyecilik, çülük, şunculuk, bunculukla bağımsızlık kazanmak, şu ki bağ kopartmak hiç mümkün değil. Anti-batıcılık vaazetmiyorum. İyi, güzel ve adil olan, her coğrafyadan her yönden gelebilir, ama önce pro-kendimiz olmalıyız. “Ben” olarak seni sevmek başka, şahsiyetsiz, şuursuz, gurursuz ve arsız bir zombi olarak seni sevmem daha başka, İkincisi zaten, sevgi değil, sığınmacılık: rızalı kölelik. Kangalist olmak da gerekmiyor, Kangalı takdir etmek için. Ege ve Akdeniz dağ bozkırlarının keçi-koyun itlerini yeğlesem de, bu tavrım Kangalın sözde korunmaya alınarak yokedildiğinin farkında olmadığım ve Kangalın, Sivas ve daha geneli, İç Anadolu kırsalındaki geleneksel usullerle yetiştirilmesi gerektiğini bilmekten alıkoymaz beni. Artık ak, karadır. Korumak, yoketmektir. Tüm Anadolu koyun itleri, Koyçılar, antik ve otantik Anadolu yöntemleri ile yetiştirilmedikleri sürece aşınmaya, yozlaşmaya, Avrupanın sosisleşmiş, zavallı, deforme köpeklerine dönüşmeye mahkumdurlar. Bu mahkumiyet hâlihazırda başlamıştır, çünkü batı aklı ile düşünen, deyim üreten, it tezgahlama festivalleri düzenleyen teslimiyetçiler, aldıkları her batı kaynaklı aferin ile orgazmın zirvelerinde titreyen, kanun yumurtlayıcılar: ıslah edilik kafes tavukları. Veterinerlik konusu kanunlar, ilmi bilgisi, aynen Avrupalı sahiblerden ya aşırılmakta, ya da sahiblerce yetiştiricilerin boğazlarından aşağıya itelenmekteler: Kaz-besiciliği. Buna Avrupa'ya uyum denmekte. Bunun asıl adı, hizalanmaktır. Bu teslimiyetle noktalanır. Amiyane adını buraya kadar okuyabilen, okuyucu kendi seçebilir. Nenenizin yalla, yemek artığı ile beslediği Kangalı, köpek mamasıyla besler, nenenizin açıkta toprakta yatırdığı Kangalı, içi halı döşeli kulûbede, hatta yatağınızda yatırırsanız, onu Mangal köpeği yaparsınız. Buna da "Türk Mangal Köpeği" derken, önüne "safkan" eklemeyi ihmâl etmezsiniz. Van Yüksek Uçarı’nı, Bursa Oynarı’nı (Roller değil), Kangal’ı batı aklı, dünya görüşü ve farkında olmadığınız gizli korku ve aşağılık kompleksinizle yetiştiremezsiniz. Çin müzik aletleri ile ne kadar Mozart çalabilirseniz, piyano ile de o kadar bozlak çalabilirsiniz. Çalıyor gibi yapsanız da Muharrem Ertaş’ın yabanıl, bozkırda mayalanmış sesini üretecek yüreğiniz olmaz. Çüler’in nasıl olup ta iştahla Judeo-Roman-Vahabbi reçetelerinin ilaçlarını almak için moda ve tüketim eczanelerinde birbirleri ile yarıştıklarına şaşmamak gerek. Şuursuzluk bolluğu ve özsaygı yokluğunun normal sonucu bunlar. MHP gibi bir partinin başkan yardımcısının “Gelişmişlik çıtası olarak AB normlarını uygulayan ancak kendi egemenliğini koruyan bir devlet olarak hedefi koymalıyız,” diyebildiği, AB normu bastonu olmadan, taklid milliyetçilerin bile kılını kıpırdatmadığı, takibci ve teslimiyetçi bir ortamda yularları dışarda partilerin akılları ile istiklâle erişmenin mümkün olmadığı açık. Yukarıdaki cümlede takibcilerin hazmetmesi beklenen, “Sizin dışınızda, iradenizin mevcudiyeti olmaksızın, sizin adınıza yapılan kurallara uyarken, aynı zamanda kendinize egemen olmanız”. Bu hâle masallarda bile rastlanmıyor. Pinokyo’nun bile iradesi var. Kendisini karınca değil de birey olarak algılayabilip, kendi iradesi ile aidiyetini belirleme ihtiyacı ve mizacı olanlar için sadece hatırlatıcı bu notlar. Toplu kurtuluşun mümkün olmadığı anlarda bireyin irade ve bilinç düzeyinde kurtuluşu mümkün. Teslim olan köleler, itlerinin köpek sergilerindeki hayali başarıları ile masturbasyon eylerler ve taklit itlerin imâlatını yaparlarken, henüz teslim olmamış, vicdanen hür itçiler, asıllarına uygun it yetiştirmeye devam etmekteler. Zincirsiz yaşamayı seçenler, en kısa zamanda kendi aralarında örgülenerek ancak, kökü, aklı ve ruhu dışarda olan FCI gibi istilâcı ve işgâlci teşkilatlara karşı yerli malı değerlerini koruyabilirler. Bu tarz teşkilatların Türkiye paralı askerleri ki, temsilcidirler; her daim ana yurtta kurdukları teşkilatların adlarının başına, “Türk ya da Türkiye” koymayı ihmâl etmezler. Kelimelere takılmayın, icraata bakın. Güvercin taklidi yapan kargalardan sakının. Onların gözü, havada dönmek, dikilmek, dalmak, takla atmakta değil, gözünüzü oymakta.
İtli kalın.
Kasım 01 2012
Ek1: Uyduculuk seviyesinin nereye vardığının bir çok göstergesi var; davar işaretlenmesi. Sığır, keçi ve koyunun kulaklarına kulağa yumuşak gelsin diye küpe adı verilen plastik kartlarla delinmesi zorunluğu. Delinmemesi YASAK. Sokak köpekleri zoraki (çünkü onların rızası dışında bu üreme organı yolma, kopartma, sökme ameliyatı ve bu itlerin tek suçu sahiplerinin ve kayıtlarının olmaması) kısırlaştılmadan nasiblerini alırlarken küpeden de alıyorlar. Ev köpeklerinin kanserojen olduğu bilinen elektronik çiplerle zımbalanması da yeni kanun gereği, sanki endüsrtiyel mamalarla sahiblerince zehirlendikleri yetmiyormuş gibi. Bu çip deri altına zımbalanıyor. İt modernleşiyor, Avrupalı asıl sahiblerinin dileklerine uyum sağlıyor. İt besleyene ek masraf mı çıkıyor? “Parası olmayan beslemesin” diyorlar anlamıyor musunuz? Tüm bunlar batıdaki sahibler istedi diye yapılıyor. Kayıtlar İngilizce yapılıyor ki sahibler kayıtları anlasın ve analiz edebilsinler. Sahibsiz meydan güvercinleri, kanal fareleri, pıynar ve kengir şimdilik kayıt dışı kalmaya devam ediyorlar. Yakında balıkları, daha sonra bebekleri çiplediklerinde “Bu da nesiykine?” demeyin. Sıra yeni nesil bebeklerde. Her şey sırayla. Bugün elini veren, yarın ruhunu veriyor. Zihni haritanın yerini elektronik, sesli araba haritaları aldı. Sahi, milletin aklının yerini alacak akkıllı kart daha gelmedi mi?